Infinity ELearning

Kurumsal Blog

Bilgi, Bilmek ve Öğrenmek Üzerine

Bu yazıda “Bilgi nedir? Bilgi birikimi nasıl sağlanır? Bilgi ve bilmek arasındaki farklar nelerdir? Ve teknolojiyle birlikte öğrenmeyi nasıl yeniden tasarlarız?” sorularına yanıt vereceğiz.

Hepimiz bir zamanlar okullarda öğrenciydik değil mi? Peki gerçekten öğrendik mi? Tıp üzerine yüzlerce kitap okuduğunuzu düşünün. Bu durumda çevrenizdekiler ameliyat yapmanız için size güvenir mi? Veya bir yolcu uçağı uçurmakla ilgili 150 kitap okusanız gerçekten uçurabilir misiniz? Ya da insanlar sizin uçağınıza biner mi? Bu sorulara cevabınız “Hayır” olacaktır değil mi? Peki, ama neden?

Cevap aslında çok basit: Bilgi, bilmek değildir!

 

bilgi-bilmek-ogrenmek-uzerine

 

Bilgi, eski çağlardan beri var ve insan zihninin dışında saklanır. Mağara duvarlarında, internette, tablet, telefon ve bilgisayarlarda depolanır. Yani bilgi her yerdedir. Ancak bilgiye ulaşmak ya da görmek bizi bilgili yapmaz! Çünkü sadece bilmek zihinde saklanabilir ve bilgi unutabilir. Bu nedenle bilgiyi unutmamak için günlük tutar ve mutlaka kaydederiz. Ancak bildiğimiz her şey sonsuza kadar bizimledir!

Yani bilgi bir teori, bilmek ise bir deneyimdir. Peki, bilgi kaynakları nasıl var oldu? Ya da bilgi nereden gelir? Evet, bu soruya cevap vermek için uzun bir liste yapılabilir. Kısaca bilgi duyulabilir, görülebilir ve okunabilir. Bunlardan biriyle ya da hepsinin birleşimiyle de bilgiye erişebiliriz. Örneğin, okulda dil öğrendiğinizi düşünün. Bu durumda üç bileşeni de kullanarak bilgiye ulaşırsınız.

Hepimizin zihninde ön bilgi olduğunu da söyleyebiliriz. Bu duruma “öncül bilgi” adı verilir. Bir sandalyenin üzerine çıktığınızda düşme ihtimaliniz olduğunu birinin söylemesine gerek yok. Çünkü zaten bunu bilirsiniz. Bunlar dışında Google ya da YouTube’dan görerek öğrendiğiniz bilgiler vardır. Bilgi her yerden, ışıktan, karanlıktan, tattan, kokudan ya da basınçtan gelebilir. Bunların hepsi doğal bilgi kaynaklarıdır. Evet, beyninizde çok fazla bilgi olabilir. Ancak tepki vermezseniz ya da dışa vurmazsanız, insanlar ne düşündüğünüzü nasıl bilebilirler? Ne yazık ki, sahip olduğunuz tüm bilgiler, zihniniz ve tepkilerinizle sınırlıdır. Eğer kafanızda bir bilgi varsa bunu dışarı yansıtmak için çok az yolunuz vardır.

Bu bilgiyi direkt söylemeyi seçebilirsiniz, çizerek ya da işaret ederek anlatabilirsiniz ya da bir nesneyi doğrudan gösterebilirsiniz. Bilgiyi aktarmanın bir diğer yolu da yazmaktır. Ancak, yazmayı sonradan öğreniriz. Peki, öğrenmeyi yeniden tasarlayacaksak, bilgi kaynağı sadece öğretmen mi olmalıdır? Ya da bir ders kitabı mı olmalı? Yoksa bilgi kaynakları geniş ve çeşitli mi olmalı? Öncelikle öğrenmenin gerçekleşebilmesi için bir tepkinin olması gerekir. Sınıfta oturup sessizce öğretmeni dinlerseniz öğrendikleriniz aklınızda kalmaz.

Peki, bilgi nedir? Albert Einstein’ın kütle-enerji eşdeğerliği formülüne bakalım. Bu sizce bir bilgi birikimi mi yoksa bilgi midir? İzleyici, okuyucu ya da alıcı için bu bilgidir. Evet, enerjinin kütle ile hızın karesinin çarpımına eşit olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bilgi birikimi daha farklıdır. Bilgi birikimi, bilgiye dayalı bir eylemde bulunmaktır. Yani kısaca bilgiyi kullanma şeklimizdir.

Bilgiyi kullanmada iki temel yetenek vardır. Bunlardan ilki doğuştan gelir.

İkincisi ise; bilgiyi nasıl kullanacağınız konusunda büyürken size öğretilen ve edindiğiniz bir yetenektir.

Bilgiyi kullanma dediğimizde herkesin aklına “okul” gelebilir. Ancak bazı bilgiler için okula ihtiyacımız yoktur. Örneğin; karşılaştırma yapabilmek için okula ya da eğitim almanıza gerek yok. Zaten bu beceri ile doğarsınız. Kırmızı, mavi, yeşil renklerini öğrenmek için okula gitmeniz de gerekmez. Kırmızı ve maviyi bir kere öğrendikten sonra artık ne olduğunu bilirsiniz. Çünkü zihniniz bilgiyi duyar, kullanır ve sonra konuşarak ya da yazarak yanıt verir.

Bilgiyi bilgi birikimine dönüştüren temel beceriye doğuştan sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Bunun için üç bileşene ihtiyacımız var.

Bilgi, bilgiyi kullanma ve bu bilgiye yanıt verme. Peki, öğrenme ile öğrenmiş olma arasında fark var mıdır? Şimdi bu farkı inceleyelim. Örneğin; okulların genelinde ders araları zille belirlenir. Zil çalar, içeriye gireriz öğretmen geldikten sonra ders başlar. Daha sonra zil çalar ve öğretmen gider. 45-50 dakikalık süre boyunca ders işlenir.

Bu sürecin tümüne öğrenme diyebiliriz. Ancak bu ders bittiğinde mutlaka öğrenmiş olmalıyız. Aksi halde bu durum büyük bir zaman kaybı ile sonuçlanır!

Öğrenmek, kısaca bir bilgiyi bilgi birikimine nasıl dönüştüreceğinizi bulmaktır.

Öğrenmiş olmak ise; yeni bilgiyi, bilgi birikimine dönüştürme yeteneğine sahip olmaktır.

Geçmişte öğretmenin rolü daha büyüktü. Çünkü bilgiye başka şekilde ulaşamıyorduk. Bu nedenle öğretmenin rolü, bizlere bilgiyi aktarmaktı.

Yakın zamana kadar bilgi saklama ve aktarma araçları yoktu. Kitaplar bile çok azdı. Bilgiye erişebilmek için, kütüphanelere gitmemiz gerekiyordu. Günümüzde ise; bilgiye istediğimiz yerden erişebiliyoruz. Bilgiler her yerde olduğu için tüm bilgileri aklımızda tutamıyoruz. Yani artık bilgi veren bir öğretmen ya da eğitimci değil. Daha güncel kaynaklara rahatlıkla ulaşabiliyoruz. Peki, öğretmenin rolü nasıl değişebilir?

Öncelikle öğretmen artık bilgi veren değil, bilgiyi kullanmamıza yardımcı olan ve yeteneklerimizi kontrol eden biri olmalıdır. Yeni bilgiyi alıp karşılaştırmamıza ve bilgiye yanıt vermemize yardımcı olabilir. Ayrıca öğretmen, kendimizi değerlendirebilmemiz için bir araç olmalıdır. Artık çocuklar bilgiyi değil bir bilgiyi nasıl kullanacağını öğrenmeli. Peki, bunu nasıl yapabiliriz?

Öğretmenler artık öğrencilere; “Cevap nedir?” diye sormak yerine “Cevabı nasıl buluruz?” diye sormalıdır. Çünkü bunu nasıl yapacağımızı öğrenirsek, o konuyu tamamen öğrenmiş oluruz. Eğer birisi yanlış yapıyorsa bunun nedenini sorgulatmalıyız. Yani zihin karşılaştırma yapacak şekilde tasarlanmalıdır. Örneğin, iki resim arasındaki farklı gösteren beş kelime yazın dediğinizde zihniniz karşılaştırma yapmaya başlar. Ve bu şekilde çalışmayı öğrenir.

Peki, bu durumu okul sisteminde nasıl uygulayabiliriz? İlk olarak eğitimi ve sınavları farklı hâle getirebilirsiniz. Örneğin, çoktan seçmeli ve doğru-yanlış sorularını kolaylıkla çözebiliriz. Oysa klasik sınavlar bize daha zor gelebilir.

Bu şekilde bilgiyi kullanmayı ve öğrenmeyi daha kalıcı hâle getirebiliriz. Geleneksel eğitimde, öğretmenler farklı resimler verip eşleştirmemizi isterdi. Bu sorular çok kolaydı, öyle değil mi? Ancak bir resim verip yanına iki kelime yazın dediklerinde fazlasıyla zorlanırdık. Bu şekilde biraz daha zihni zorlayan değişiklikler yaparak farklılaştırmayı sağlayabilirsiniz.

Son olarak teknolojinin öğrenme üzerindeki etkilerinden söz edelim. Ne yazık ki, teknoloji sadece yeni bir depolama sistemi hâline geldi. Ve teknolojinin gücünden öğrenmek için yararlanmıyoruz. Oysa yapabileceğimiz birçok seçenek var. Örneğin, kitabı bir tabletle değiştirebiliriz. Kitabı tabletten okuyarak kitabı her zaman erişebileceğimiz bir yerde taşıyabiliriz. Online eğitimleri tabletimizden alabiliriz. Yani teknolojiyi kullanarak yeni öğrenme yolları oluşturmalıyız.

Unutmayın, gelecek bilenlerin değil, bilgi birikimi yaratabilenlerin olacak!

Bu nedenle, öğrenmeyi, bir mühendisin kararlılığı ve bir sanatçının yaratıcılığı ile yeniden tasarlamalıyız.

İşte biz de tüm platform çözümlerimiz ve ürettiğimiz içeriklerde bu yaklaşımla sürekli gelişerek ilerliyoruz, okuduğunuz için teşekkür ederiz.